Çalışma Saatleri (08:00-18:00)
Pazar KapalıTelefon
0312 231 84 70İnancı, kültürü, estetiği, sanatı, insânî değerleri göz önünde bulundurmadan yapılan çalışmalar insanı mutsuzlaştırmaya ve sonunda yok olmaya mahkûm edecektir.
Eğitim, talim ve terbiyeyi içine almazsa ruhsuzlaşarak eksik kalacağından ne kadar uğraş verilse verilsin amaca ulaşılamayacaktır.
İnsan nedir? diye kısa bir araştırma yaptığımızda, karşımıza, birbirine benzeyen, aynı zamanda birbiri ile çelişen onlarca tanım çıkıyor. Her kültür, inanç, felsefi akım ve öğretiye göre farklı açıklamalar var.
Sözlükte: “İnsan: Memelilerden iki eli, iki ayağı bulunan, iki ayak üzerinde dik bir şekilde dolaşan, aklı ve düşünme yeteneği olan, dille, sözle anlaşan, en gelişmiş canlı sayılan yaratık.” Diye ifade edilmiş. Yaratılmış kelimesini dahi kullanmaktan imtina edilmiş bu ifadeler, ruhsuz ve mekanik bir tanımdan öte gitmiyor.
En yaygın tanımları ise; “İnsan düşünen bir varlıktır”. “İnsan Ahsen-i takvimdir”. “Eşref-i mahlûkattır. “Yaratılmışların en şereflisidir. İnsan, aklı olan düşünen özel bir varlıktır. Bu tanımları yapılan ve eşrefi mahlukat olarak tanımlanan muhteşem varlık olan insan, yapısı itibarı ile, özgür iradeye sahip, yaşamını idame ettiren, kendini üretebilen ve idare edebilen bir kahramandır. Hayatta kalmak için, en temel aracı akıldır.
Düşünebilmesi, yorumlaması, mantığını en üst düzeyde kullanmasına, kendini idare edebilmesine rağmen, dıştan etkilere, yönlendirmelere ve yönetilmeye de oldukça açıktır. Eşrefi mahlukat olan insan, son yıllarda (çeşitli) entrika ve şeytani yöntemlerle dayatılan; bedensel arzuların tatmini önceleyen, tüketime dayalı, popülist kültürlerle manadan uzaklaştırılarak, maddenin esiri haline getirildi.
Salt beden olarak var olmak, cismâni bedenin, hayvanî arzularını doyurmak amacıyla sunulan dayatma ve sömürü karşısında tavır koyamaz, yorum yapamaz ve direnç gösteremez durumdayız. Çünkü; birileri, insanın doğasını, psikolojisini, zihinsel süreçlerini yapısını, dirençlerinin kırılma ve zayıf noktalarını çözmeye başladı ve bu bilgileri şeytanî ve şer amaçları doğrultusunda acımasızca kullanıyorlar. Birilerinin belirlediği çizgiler, sınırlar, dayatmalar süzgeçsiz kabul ediyoruz. Onların doğrularını, dayatmalarını, belirledikleri, söylemlerini kabul edip inanır olduk.
Bu şekilde, pasif durdukça, eylem olarak yetersiz kaldıkça, kendi değerlerimizden ve kimliğimizden uzaklaştıkça, onların belirledikleri zindanlara çekilmeye devam edeceğiz.
Bizler; bilgiye ulaşma, işleme, saklama, kullanma noktasında etkili ve kalıcı alternatifler üretmek mecburiyetindeyiz.
DÜŞÜNÜYORUZ ÖYLEYSE VARIZ (?)
Dışarıdan bakılınca bizler de çalışıyoruz. Tabii ki adına çalışma denilirse. Bu çalışmayı, pesimist bir şekilde ifade edersek; daha çok kısıtlanmak, sömürülmek, köleleşmek, birilerine itaat eden çağdaş köleler olarak daha çok yok olmak için.
Çalışıyoruz, çabalıyoruz didiniyoruz... ne için? Yaşam kalitesini artırmak için. Peki; (gerçekten) yaşam kalitemizi artırmak için mi çalışıyoruz?
Mantıklı olarak baktığımızda durumun hiç de öyle olmadığını görüyoruz. Güya yaşam kalitesini yükseltme adına, yaşam standardı diye dayatılan masallarla, eşyanın ve maddenin kölesi olmak için didiniyoruz. Yaşamımızı kolaylaştırmak ve güzelleştirmek adına, estetik, kültür ve inançtan uzaklaşarak, ürettiğimiz eşyanın, kullandığımız teknolojik aletlerin kölesi hale getirildik. Öyle bir uyutulma ve uyuşturulma ki, yok oluşun farkına bile varamıyoruz. Celladına aşık olan insanlar gibi olmaya başladık. Bazı şeyleri fark etsek de, etmesek de, ailemizdeki, çevremizdeki, çalışma ortamlarındaki tükenişe seyirci kalmaktan başka çaremiz kalmamış. Müdahale etmek bir yana, düşünme ve idrak kanallarımız dahi tıkanmış.
Descartes. “Düşünüyorum, öyleyse varım" diyor. Salt bedensel olarak var olmak yalnız başına yeterli olur mu acaba? Berkeley ise; "var olmak algılanmaktır" diyor.
Hepimiz düşünüyoruz ve bu dünyada varız. Peki, gerçekten var mıyız? Bu gün varız ve var olduğumuzu iddia edebiliyoruz. Yarın yok olmamak ve varlığımızı iddia edebilmek için, insanî, İslâmî, millî, kültürel dinamiklerimizi iyi tanıyıp, geliştirmeliyiz. Gerçek anlamda var olmak, varlığı hissetmek için çok şeye ihtiyacımız var. Bilgiye, kültüre, eğitime, bilime, ihtiyacımız var. Peki sadece bunların olması yeterli midir? Değildir, ama bunlar olmadan diğer unsurları inşa edemeyiz.
İnsanın bedeni var ama ruhu yoksa, mekaniktir. Rûhu var ama aklî melekeleri yerinde değilse, bilgiyi işleyecek, inanç, insani değerler, estetik, sanatsal bakış açısı yoksa, o kişinin gerçek anlamda varlığından bahsedemeyiz.
İnancı, kültürü, estetiği, sanatı, insânî değerleri göz önünde bulundurmadan yapılan çalışmalar insanı mutsuzlaştırmaya ve sonunda yok olmaya mahkûm edecektir.
Eğitim, talim ve terbiyeyi içine almazsa ruhsuzlaşarak eksik kalacağından ne kadar uğraş verilse verilsin amaca ulaşılamayacaktır.
Adem KARAFİLİK